SineYorum | The Imitation Game

1/26/2015


The Imitation Game, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanların kullandığı Enigma kodunu kırmayı başardığı için savaş kahramanı sayılan İngiliz matematikçi ve kriptolog Alan Turing'in gerçek hayat hikâyesi. Gerçek hayat hikayesi dedim fakat filmi izledikten sonra kırk iki yıllık ömre bu kadar sıradışı olayın sığması biz fanilerin algılarını zorluyor. Zira Alan’ın çocukluktan son nefesine kadar olan süreçte yaşadıklarından bir Yeşilçam klasiği çıkarmak mümkün. 


Filme ayrılan bütçe, yeni nesil tüm “top” İngiliz oyuncuların seferber edilmesi, yapımcıların “bir ödül kapabilmek için” yoğun reklam kampanyası yürütmesi filme verilen kıymetin bir başka boyutta olduğunu gösteriyor. 2013 yılında İngiliz hükümetinin resmi olarak Alan Turing’e yapılanlardan ötürü özür dilemesini takip eden yılda böyle bir filmin yapılması İngilizlerin bir günah çıkarma hamlesi olarak görülebilir. Nitekim herkes bunun farkında. Akademi üyeleri de bu yoğun İngiliz lobisinin farkında olacak ki Oscar’larda yılın en iyi filmi aday listesinde yer alıyor. İngiliz lobisinin gücünü Oscar Ödülleri’nin dağıtıldığı gece göreceğiz.


Gelelim filme. Alan Turing’in hayatını anlatmak için usta bir yönetmen veya sıradışı bir oyuncu olmaya gerek yok. Karakter ve senaryo o kadar güçlü ki oyunculuk ve yönetim ne kadar kötü olursa olsun filmin kötü olması mümkün değil. Nitekim olmamış da. Ortaya gayet başarılı bir biyografik anlatım çıkmış. Benedict Cumberbatch Sherlock’tan alışık olduğumuz müthiş oyunculuğunu konuşturmuş. Keira Knigtley kendini aşarak ekstra bir performans sergilemiş. Yönetmen Morten Tyldum, Hodejegerne filmindeki yeteneğini bu filmde de göstermiş. Ortaya dört başı mamur bir film çıkmış. Filmi izleyen bazı kesimlerden Morten Tyldum’un yönetiminden memnun olmayan bazı yorumlar görmüş ve şaşırmıştım. Neyse ki hem Yönetmenler Birliği hem de akademi üyeleri en iyi yönetmen adayı olarak gösterdi de sorunun bende olmadığını anladım.


Fakat filmdeki asıl nokta çok hazin bir detay. Kırdığı enigma şifresiyle savaşın 2 yıl önce bitmesini sağlayan ve bu sayede 14 milyon insanın hayatını kurtaran Alan Turing’in ayaklarına kapanması gereken İngiliz hükümeti, Alan’ı cinsel tercihi yüzünden cezalandırıp östrojen iğneleriyle hadım ederek intiharına sebep olmuştur. Çok değil bundan sadece 100 sene önce, medeniyetin beşiği sayılan Britanya topraklarında, bir dahi cinsel tercihi yüzünden katledildi. Filmin sonunda bu acı gerçekle yüzleşince asıl savaşın birbirimizle yaptığımız uzun yıllar süren savaşlar değil, insanoğlunun zihnindeki savaş olduğunu idrak ediyoruz. The Pianist filminde Adrian Brody’nin canlandırdığı Szpilman karakterinin yaşadığı korkunç acılara, bu filmde Benedict Cumberbatch vesilesiyle Alan Turing karakteriyle tanık oluyoruz. Bunlar büyük acılar. Gerçekten büyük acılar. Kişi özelinde anlatılan milyonlarca insanın yaşadığı acılar. O yüzden “amaan yine mi ikinci dünya savaşı filmi” diyenlere inat her filmi dikkatle izlerim. İzlerim ki insanların yıllar içinde zihinsel olarak yaşadığı devrime kendi gözlerimle tanık olayım. Siz de bu filmi izleyin ki insanoğlunun asıl savaşının birbiriyle değil kendi zihniyle alakalı olduğunu bir kez daha idrak edin.

Bu Haberlerde İlgİnİ Çekebİlİr

0 YORUM

Pinterest